2015 yılı Eylül ayında yazdığım kabuslarım zaman aşımına uğramadığı için paylaşmak istedim. O dönem ve öncesi yaşadıklarıma obsesif kompulsif bozukluk tanısı konsa da, zor durumda kalmadıkça ilaç kullanmayı, tamamen kişisel olarak reddediyorum. Kullanıp faydasını gördüm.
Kararım kesin ve nettir ki; gerçek sevgiyi hissetmek ve düzenli spor yapmak, başarılı bir terapistle çekinmeden konuşabilmek, benim durumumda yeterli. Şu an sorun yok, zararım yok kimseye, deli değilim, sevebilirsiniz beni :))
Ne olur kimse kimseyi sevgisiz bırakmasın.
İşte o yazım:
Bu konu hakkında yazmaya hep çekiniyorum. Oysa hepimizi zaman zaman rahatsız eden bir şeyler olduğuna eminim. Benim durumum, hayatımın bazı dönemlerinde klinik vaka haline gelebiliyor. Hijyenik kabuslarım nedeniyle yeni başladığım bir işi bıraktığım, ofis hayatından ağlayarak kaçmışlığım var. O günlerin hafızamdan tamamen silinmesini o kadar çok istiyorum ki...
Örnekler
Tuvaletten ellerini yıkamadan çıkan bir iş arkadaşı.
Ortak kullanılan tuvaletler.
El kurulamak için lavaboya bırakılan tuvalet kağıdı ruloları.
Çekilmeyen sifonların ardında bıraktığı görüntüler.
Burnunu karıştıranlar.
Fön çektiren kadınların en az 3 gün yıkamadığı saçlarını kaşıyıp tırnak arasından çıt çıt sesleriyle, çıkardıkları deri kalıntılarını sağa sola bulaştırmaları.
Gözümün içine baka baka parmağını kulağına sokup çıkardığıyla oynayanlar.
Kasiyerlerin poşeti verirken parmaklarını yalamaları.
Simitçi amcanın, simiti saracağı kağıdı diğer kağıtlardan ayırırken, yaladığı parmağını kullanması.
Banka gişesinde çalışanların, nüfus cüzdanımı almadan önce veya işlem sırasında, terli, yağlı yüzlerine, saçlarına, dudaklarına, burunlarına dokunmaları.
Aslında 10 maddeyle bitmez ama daha fazla mide bulandırmadan son vermek istedim. Bahsettiğim bu insan halleriyle karşılaştığım her ortamdan kaçıyorum, kaçmaya çalışıyorum. Mesela bir mağazada yarım saat özenerek seçtiğim giysilerin ödemesi için kasaya yaklaştığımda, kasada çalışan kişinin, kulağını karıştırdığını gördüğüm an, aldıklarımı yerine bırakıp mağazadan koşarcasına kaçıyorum.
Yere bir şey düşürdüğümde mutlaka yıkıyorum ya da ıslak mendil stoğumu yarıya indirene kadar siliyorum. Ellerim için de krem stoğum var :))
Beni tanıyanlar bu takıntılarımdan çok çektiğimi, çevremi de üzdüğümü bilirler. İlaçlar sadece takıntımı bastırma aşamasındaki sıkıntıyı önlüyor ama herhangi bir durumda ortaya çıkmasını engellemiyor. Bu nedenle ilaçları bıraktım, spora başladım.
Bu sorunun ilk ortaya çıkışını yıllar sonra fark ettim. Üniversite son sınıfta, Mado dondurmacısında garsonluk yapıyordum. Tuvalet temizliği en berbat saat aralığında bana verilmişti. 2 aylık garsonluk günlerimin 5 dakikalık kısmından kalan arınma seremonisinden kurtulamadım. Oysa üniversitenin ilk 3 yılını yurtlarda geçirmiştim. Aslında geçmişteki o hüzünlü günleri tamamen hafızamdan silip yeniden başlama kararım yeni değil. Çok kez bu kararı alıp en ufak kalp kırıklığında daha fazla su ve sabunla buluşuyorum. Emin olduğum tek gerçek: Huzurluysam takıntı yok.
Huzuru sağlayan ise; son zamanlarda sadece spor yapmak.
Tavsiye ediyorum, ne derdiniz varsa bırakın hemen ilacı düşünmeyi, yürüyün bol bol, koşun.
Tabii ki psikiyatriste danışmak en doğrusu ama derindeki sorunu çözmek, ilaçla bastırmaktan daha önemli. Ben de psikiyatristim sayesinde çözdüm ve onun reçetesiyle ilacımı kullanıp daha sonra azaltarak bıraktım. İnanın kendinizi tanımadan ve durumu kabullenmeden iyileşme süreci başlamıyor.
Bir de tabii etiket gibi yapışan "Ruh hastası bu" bakışlarına aldırmayın.
Önemli olan "İyi insan" olmak, gönül ferahlığı hissetmek yeter. Yukarıda saydığım 10 madde hayatımın sonuna kadar benim için geçerli olacak. Belki etkilerini hafifletirim, iştahımı kapatmasını ya da tüm günümü etkilemesini önlerim ama kaçmaya devam. Ellerini yıkamayan yaklaşmasın.
27.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder