29 Eylül 2017 Cuma

​Bırak süslü lafları

27-05-2017

Aklından geçenin aksine, anlamı olduğundan farklı kılmak için süsleme sözlerini. 
Yalanın döner gelir, seneler bile geçse, nasıl çarpar yüzüne, şaşırırsın. 
Bir de vicdanın taştan katı, buzdan soğuksa artık…
Ne demişti meşhur bilim kurgu yazarı Stanisław Lem: 
“Vicdanı tertemizdi zira onu hiç kuIIanmamıştı.”

‘Yalan’ı kendi gerçeğine kurtarıcı seçmiş olabilirsin ama doğruların yükünü omzunda hissedersin elbet, ağır ağır.

Mübalağa sadece sanatta güzeldir ve biraz kullanılabilir güldürmek için bir çocuğu. 
Hayatın akışı içinde olanı ya da olması isteneni, sözün muhatabını kandırmak için süslemek ne kadar acıklı bir insan zaafıdır. 
Söylerken de, duyarken de inanmayı isteriz.
İnanırız ki; asırlardır hiç vazgeçmeyiz samimiyetten uzak konuşmalardan, dinlemelerden, onay vermelerden.

Bize miras kalan tüm yanlış davranış biçimlerini neden devam ederiz sürdürmeye?
Dün anlatmıştım ya hani size; M.Ö geçen yıllarda tiyatro sahnelerinde anlatılan ne varsa, bugün hala devam ediyor. 
Yanlışın ve acı verenin sonuçlarını bile bile yeniden oynuyoruz, doğruyu aramaktan uzak, aynı komediyi.

‘Nasılsın?’ Sorusunun cevabında samimi değiliz.
‘Anlıyorum seni’ derken umursamazlığın doruklarındayız.
En korkutucu olanı;
‘Seviyorum’ derken en pis yalancıyız.
Peki ya kelimelerin de ruhu olsaydı.
Değdiği dudaklardan, her yalanda kanlar akardı, 
yara içinde savrulurdu cümleler zamana.

Birinin kalbini mi kırdın?
İki güzel söz söyle, hayatına devam et.
Birinin hakkını mı gasp ettin?
En masum gerekçenin senaryosunu yaz.
İnanırsa ne ala!
Altı üstü kelime işte.
Al, süsle ve kullan.
Onları küçümsedikçe biz, bir yerlerden çıkıp her şeye sebep diye yazılıyorlar.
Neşenin de kelimeleri var, hayal kırıklıklarının da!

İşe yarar değilse ve merhametten uzaksa sözün, sus!
Susmanın erdemini hak eder mi vicdanın, düşün!
Masumiyetini ispatlamaz sessizliğin.
Hiç değilse kendine kanma. 
Süsleme yalanlarını, 
sus...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder