23-01-2017
Antalya’da ortaokul ve lise yıllarım, 1992- 1997 yılları arasında, devlet tiyatrosunun her sezon oyun broşürünü özenle saklar, üzerine notlar yazardım. Gideceğim oyunları işaretler, biletimi alınca, çocuklar gibi sevinir, sabırsızlıkla o anı beklerdim. Tabii o yıllarda evde bilgisayarım ve internet bağlantımız yoktu. Gazete ve ansiklopedilerden araştırdığım kadarıyla bilirdim, oyuncuları, yönetmenleri, hikayeleri okur, öğrenirdim.
Bugün sayfamızda sohbetimizi okuyacağınız, değerli sanat yönetmeni ve sanatçı Selim Gürata’nın da dediği gibi; hayat, yavaş ve sade yaşandığında daha anlamlı. Şimdi her şey çok hızlı ve hemen tüketilip bitiyor. 14 yaşımda Murathan Mungan’ın eserlerini tiyatro oyunları sayesinde öğrenmiştim.
Kardeşimle, harçlıklarımızı biriktirip “Geyikler Lanetler”i izlemeye gittiğimizde, salonun perdesinden, sahneden yayılan tütsü kokusuna kadar her şey zihnimde şu an bile çok canlı.
Sanatın büyülü, iyileştirici gücünü o yıllarda keşfetmiştim. “Danton’un Ölümü” isimli bir oyuna yetişmeye çalışırken, o yıllarda eski yerinde olan Antalya Devlet Tiyatrosu binasına yetişmeye çalışırken ayak bileğimi burkup yere düşmüştüm. Kardeşim yerden kalkıp salona girmeme yardımcı olmuştu. Canım nasıl yanmıştı… Oyun süresince aklıma bile gelmedi. Oyun bittiğinde şişip kocaman olan ayak bileğim, o geçen sürede sanatın iyileştirici gücüyle unutturmuştu bana kendini.
Tiyatro, sinema ya da televizyonda dizi izlemekten çok farklı. Yine Selim Gürata’nın bahsettiği gibi zaman ve his gerçek orada, her şey canlı ve saf. Dizi izlerken iki oyuncunun birbirine sessiz bakışında geçen süreyi, tiyatroda gerçekten yaşarsınız. Yaşananı izlemek yerine, içine alır tiyatro sizi, ruhunuza işler.
Benim çocukluk ve belki 17 yaşıma kadar gençlik aşkımdı bu sanat. Tiyatro izleyicisi olmanın verdiği hazzı bulmak şimdi biraz daha zor olsa da küllenen bir şeylerin heyecanı içindeyim. En kısa zamanda yeniden buluşmalıyım, yeni bir tiyatro oyunuyla.
Kardeşimle, harçlıklarımızı biriktirip “Geyikler Lanetler”i izlemeye gittiğimizde, salonun perdesinden, sahneden yayılan tütsü kokusuna kadar her şey zihnimde şu an bile çok canlı.
Sanatın büyülü, iyileştirici gücünü o yıllarda keşfetmiştim. “Danton’un Ölümü” isimli bir oyuna yetişmeye çalışırken, o yıllarda eski yerinde olan Antalya Devlet Tiyatrosu binasına yetişmeye çalışırken ayak bileğimi burkup yere düşmüştüm. Kardeşim yerden kalkıp salona girmeme yardımcı olmuştu. Canım nasıl yanmıştı… Oyun süresince aklıma bile gelmedi. Oyun bittiğinde şişip kocaman olan ayak bileğim, o geçen sürede sanatın iyileştirici gücüyle unutturmuştu bana kendini.
Tiyatro, sinema ya da televizyonda dizi izlemekten çok farklı. Yine Selim Gürata’nın bahsettiği gibi zaman ve his gerçek orada, her şey canlı ve saf. Dizi izlerken iki oyuncunun birbirine sessiz bakışında geçen süreyi, tiyatroda gerçekten yaşarsınız. Yaşananı izlemek yerine, içine alır tiyatro sizi, ruhunuza işler.
Benim çocukluk ve belki 17 yaşıma kadar gençlik aşkımdı bu sanat. Tiyatro izleyicisi olmanın verdiği hazzı bulmak şimdi biraz daha zor olsa da küllenen bir şeylerin heyecanı içindeyim. En kısa zamanda yeniden buluşmalıyım, yeni bir tiyatro oyunuyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder