16 Ağustos 2017 Çarşamba

​Yemek de bir sanat olsa

28-04-2017

Bugünlerde kendimi yemeğe verdim desem… Pardon “Yemek üzerine çok fazla düşünmekteyim” desem daha doğru olur. Yemek yemeyi, beslenmekten daha fazla önemseyince olumsuz etkilerini yaşamaya başladım. Sadece abur cubur ve tatlılarla beslenince bedenim isyan etti. Bu kez aynada gördüğünden mutlu olmayan ruhum tekrar kısa mutluluklar için çikolatalara ve dondurmalara sığındı. Saçma bir kısır döngünün içinde debelenirken… Heyhat! 40lı yaşlar kapıda olabilir hadi 20lere geri dönelim dedim ve yemek yemeyi sanata dönüştürmeye niyetlendim. 
Öyle tasarım ya da süslemeler değil. Kendime daha zarif ve özenli davranmaya çalışıyorum. Sabah kahvaltısında, yediklerimle ve sporumla şekillenen bedenimi düşlüyorum önce, reçellerden, nutelladan ve tereyağından uzak kalmaya çalışarak. Canım yasak olanları isteyince bunun aslında açlık değil sadece kötü bir alışkanlık olduğunu biliyorum. Poğaçalar, börekler, simitler yerine bol bol su ve haşlanmış sebzelerle aşkımı besliyorum. Ben onlara aşığım, onlar da bana. Çantamda taşıdığım öğle yemeğime bir sanat eseri muamelesi yapıp her parçayı severek, hayranlıkla yiyorum. Deliriyor muyum? Yok canım, çekmecemde bekleyen bikinilerim için her şey ya da o dar siyah elbiseler. Bir de insanın alışkın olmadığı, daha geniş bir bedende yaşamaya çalışması gerçekten zor. 
Kendi bedenini beğenmemek öz güvene hasar verirken, ortaya çıkan mutsuzluk hayatın her alanına yansıyor. Eskiden, yediklerime dikkat ettiğim ve sporumu aksatmadığım dönemlerde, etrafımda göbeğiyle mutlu insanlar görünce öfkelenirdim. Göz zevkimi bozduklarını düşünürdüm. Çok serttim bu konuda. Sağlık sorunuyla değil de sırf keyif için yiyerek şişen insanları sevmezdim. Demek ki neymiş, yargıladığım durumları bir gün ben de yaşayabilirmişim, yaşadım da. 
Yemek de bir sanat olsa ve ona daha özenli davransak. Keyif için yediğimiz her şeyin güzel ve sağlıklı olmasına dikkat etsek, beslenmeyle ilgili sorunları yaşamazdık diye düşünüyorum. Mesela yıllardır süren yemek kültürüne ait olmazsa olmazlardan vazgeçsek. Her yemeğin yanına pilav ve makarna yerine, tabağı bir tuval gibi düşünüp üzerini her renkten buharda pişmiş sebzelerle süslesek. Şart mı her yemeği salça, soğan ve yağ üçlüsüyle pişirmek? Taze fasulyeyi sadece azıcık haşlayınca, onu yerken verdiği mutluluk bile bir başka. Yaz geliyor yine kızartma ve mangal kokuları yükselecek mutfaklardan. O güzelim, rengarenk sebzeleri kızgın yağda yakmak yerine, çiğ yesek. Kabak, biber… 
Benim tuhaf bir zaafım da var yiyeceklere karşı; ismini duysam ya da okusam o an yemezsem dünyam kararıyor. Biri bana “parmaklarım dolma gibi” dese, gözümün önüne zeytinyağlı yaprak sarmalar geliyor. Hatta o parmakları her düşündüğümde, oturup bir tencere yaprak sarma isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Geçen kış, daha hafif olsun diye karnabaharları minicik minicik küçültüp, pirinç yerine kullanmıştım. Hafif ve zararsız, tavsiye ederim.
Rüyalarımda cipsler ve wafflelar arasında hüzünle uyanmaya çalışsam da, bir yerlerde kime ait olduğunu hatırlamadığım bir sözü anımsatıyorum kendime:
“Hiçbir yemeğin verdiği zevk, aynada kendini güzel bir elbiseyle gördüğün zaman, duyacağın haz kadar büyük değildir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder