22-03-2017
Asla gelmeyeceğini bildiğiniz bir şeyi/kişiyi/durumu beklediniz mi hiç? Bekliyor musunuz? Olasılığa sahipse beklenenler, umut en güzel şifadır ruha. Umut olmadan nefes almak ne zor! İşsizken iş umudu, borçluyken bereket umudu, hastayken iyileşme umudu, yalnızken dost umudu ve ne olursa olsun son nefese kadar huzur umudu… Peki ya beklenenin adı, biçimi, siparişe uygun bir tarifi bile yoksa. Bekleyenin gücü kalmadıysa, inancı köreliyorsa, umutlar incinme sebebiyse…
***
20 sene önce, bir gece gördüğüm rüyada 17.yy giysileri içinde büyük surların, taş sokakların arasında koşuyordum. Benimle birlikte koşan biri daha vardı yüzünü görmediğim. Bir tiyatro oyununu sahneliyormuşuz: ‘Godot’yu Beklerken.’ İyi de Godot’yu bekleyenler erkek! Hem neden koşuyoruz? Tuhaf ama yıllar geçse de unutmadığım bir uyanış anıydı. Şu an yazarken bile rüyamın verdiği hissi hatırlıyorum. Aynı tarihlerde, evde bir akşam herkes uyumuş, televizyonu kapatmak üzereyim ama ekrandaki sohbet dikkatimi çekiyor. 1998, Orhan Alkaya İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Godot’yu Beklerken’ i anlatıyor. Oyun rüyamı anımsatırken, aynı tarihlerde aldığım bir edebiyat dergisinden kesip sakladığım Orhan Alkaya şiiri geliyor aklıma.
***
Rüyaların gelecekten haber verdiğine inanmam. Batıl ve ön yargılarla oluşturulan yorumlardır tabirler kitaplarında yazanlar, hacı, hocaya sorulanlar. Ben rüyaların, bilincimizin en derinlerine ait olduğunu düşünürüm. En iyi, iyi psikiyatristler bilir rüya çözümlemeyi. Belki farkında olmadan bir yerlerde duydum Godot’yu ve rüyama girdi. O dönem neyin telaşındaysam koşmam ondandı ve Orhan Alkaya isminin ve aynı anda oyunun karşıma çıkması, okuduğum dergi ile algımın şekillenmesiydi. Sonrasında olanlar ise kendi beceriksiz marifetim!
***
‘Godot’yu Beklerken’ i gecikmeli de olsa, yanlış hatırlamıyorsam 2005 yılında okudum. Kendime bir rol yazdım hemen: “İşte aynı rüyamda gördüğüm gibi, ben de hayatım boyunca asla yaşayamayacağım günleri bekleyeceğim. Asla gelmeyecek ve beni sevmeyecek o adamı bekleyeceğim. Asla iyi bir roman yazamayacağım. Asla para kazanamayacağım. Asla sevilmeyeceğim sevdiğim kadar. Asla, asla, asla… Samuel Beckett duysa gülerdi halime. Evhamlar kraliçesiyim! İnsan kendini böyle büyük olumsuzluklara inandırır mı? İnsan kendi kendine bu kötülüğü yapar mı? Okuduğu bir tiyatro oyununun metninden, rüyayı kaderi sanıp bu saçmalığı yakıştırır mı kendine? Neyse küçüktüm, büyüdüm. Sonra yine bir gün…
***
13.02.2017 tarihli yazımda size bir diziden bahsetmiştim; ‘Urban Myths’. Bu dizide ünlü isimler hakkında anlatılan yaşanmış ya da kesinliği kanıtlanmasa da efsane olup dilden dile dolaşan hikayeler anlatılıyor. “David Threlfall’ın canlandıracağı Samuel Beckett’in bir hikayesinin anlatılacağı bölümü izlemek istiyorum en çok.” demiştim, izledim. David Threlfall’ın oyunculuğu muhteşem. Samuel Beckett’in, evinin inşaatı sırasında tanıştığı Andre the Giant ile hikayesinin anlatıldığı bölümde her şey o kadar güzel ve büyüleyici ki! Andre the Giant’ın babası ile Samuel Beckett’in konuşmalarındaki mizaha ve zekaya hayran kalmamak mümkün değil. Bir çocuğun hayatına anlam kazandıran Beckett, eğitimi için çabalasa da, onun yetenekleri sayesinde, mutlu olacağı işi yapmasını sağlıyor. Dizinin bu bölümünde, olayın geçtiği yerlerin manzarası ve mevsim geçişlerinin ekrana yansımaları ilham verici. Tabii ben heyecanla yine Godot’yu beklerken, nihayet o an, Samuel Beckett, Andre’yi okula bırakırken aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
“Babam ünlü bir oyun yazdığını söyledi.”
“Bana da öyle diyorlar.”
“Hiçbir şey olmadı dedi ama.”
“İki kez. İki kez hiçbir şey olmadı. Es geçmeyelim.”
***
20 sene önce, bir gece gördüğüm rüyada 17.yy giysileri içinde büyük surların, taş sokakların arasında koşuyordum. Benimle birlikte koşan biri daha vardı yüzünü görmediğim. Bir tiyatro oyununu sahneliyormuşuz: ‘Godot’yu Beklerken.’ İyi de Godot’yu bekleyenler erkek! Hem neden koşuyoruz? Tuhaf ama yıllar geçse de unutmadığım bir uyanış anıydı. Şu an yazarken bile rüyamın verdiği hissi hatırlıyorum. Aynı tarihlerde, evde bir akşam herkes uyumuş, televizyonu kapatmak üzereyim ama ekrandaki sohbet dikkatimi çekiyor. 1998, Orhan Alkaya İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Godot’yu Beklerken’ i anlatıyor. Oyun rüyamı anımsatırken, aynı tarihlerde aldığım bir edebiyat dergisinden kesip sakladığım Orhan Alkaya şiiri geliyor aklıma.
***
Rüyaların gelecekten haber verdiğine inanmam. Batıl ve ön yargılarla oluşturulan yorumlardır tabirler kitaplarında yazanlar, hacı, hocaya sorulanlar. Ben rüyaların, bilincimizin en derinlerine ait olduğunu düşünürüm. En iyi, iyi psikiyatristler bilir rüya çözümlemeyi. Belki farkında olmadan bir yerlerde duydum Godot’yu ve rüyama girdi. O dönem neyin telaşındaysam koşmam ondandı ve Orhan Alkaya isminin ve aynı anda oyunun karşıma çıkması, okuduğum dergi ile algımın şekillenmesiydi. Sonrasında olanlar ise kendi beceriksiz marifetim!
***
‘Godot’yu Beklerken’ i gecikmeli de olsa, yanlış hatırlamıyorsam 2005 yılında okudum. Kendime bir rol yazdım hemen: “İşte aynı rüyamda gördüğüm gibi, ben de hayatım boyunca asla yaşayamayacağım günleri bekleyeceğim. Asla gelmeyecek ve beni sevmeyecek o adamı bekleyeceğim. Asla iyi bir roman yazamayacağım. Asla para kazanamayacağım. Asla sevilmeyeceğim sevdiğim kadar. Asla, asla, asla… Samuel Beckett duysa gülerdi halime. Evhamlar kraliçesiyim! İnsan kendini böyle büyük olumsuzluklara inandırır mı? İnsan kendi kendine bu kötülüğü yapar mı? Okuduğu bir tiyatro oyununun metninden, rüyayı kaderi sanıp bu saçmalığı yakıştırır mı kendine? Neyse küçüktüm, büyüdüm. Sonra yine bir gün…
***
13.02.2017 tarihli yazımda size bir diziden bahsetmiştim; ‘Urban Myths’. Bu dizide ünlü isimler hakkında anlatılan yaşanmış ya da kesinliği kanıtlanmasa da efsane olup dilden dile dolaşan hikayeler anlatılıyor. “David Threlfall’ın canlandıracağı Samuel Beckett’in bir hikayesinin anlatılacağı bölümü izlemek istiyorum en çok.” demiştim, izledim. David Threlfall’ın oyunculuğu muhteşem. Samuel Beckett’in, evinin inşaatı sırasında tanıştığı Andre the Giant ile hikayesinin anlatıldığı bölümde her şey o kadar güzel ve büyüleyici ki! Andre the Giant’ın babası ile Samuel Beckett’in konuşmalarındaki mizaha ve zekaya hayran kalmamak mümkün değil. Bir çocuğun hayatına anlam kazandıran Beckett, eğitimi için çabalasa da, onun yetenekleri sayesinde, mutlu olacağı işi yapmasını sağlıyor. Dizinin bu bölümünde, olayın geçtiği yerlerin manzarası ve mevsim geçişlerinin ekrana yansımaları ilham verici. Tabii ben heyecanla yine Godot’yu beklerken, nihayet o an, Samuel Beckett, Andre’yi okula bırakırken aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
“Babam ünlü bir oyun yazdığını söyledi.”
“Bana da öyle diyorlar.”
“Hiçbir şey olmadı dedi ama.”
“İki kez. İki kez hiçbir şey olmadı. Es geçmeyelim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder