16 Ağustos 2017 Çarşamba

​Sahaflardan bana kalan

25-04-2017

Hayatımda ilk kez bir sahafa kitaplarımı sattım. 7 kitap karşılığında 15 tl. verdi sahafın sahibi. Tertemiz, tozunu alıp sayfalarını kontrol etmiştim evden çıkarken. Neden ilk kez böyle bir şey yaptım, anlatayım: Bu kitaplar, öneri üzerine aldığım ve okuduğum için pişman olduğum kitaplardı. Hatta bazılarını ilk 3 sayfadan sonra okuyamadım bile. Oluyor işte bazen böyle. İkna ediliyorum ya da kanmaya ihtiyaç duyuyorum. Bazen de o kitabı aldığım ya da okuduğum dönemde başımdan geçen, iz bırakan, hüzünlü anılar varsa, kitabı tekrar görmek istemiyorum. Üzerindeki negatif enerjinin hayatımın geri kalanını etkileyeceğini sanıyorum. Bu saçma inancım çok uzun zaman önce başlamıştı. Halbuki enerjimizin negatif ya da pozitif olması, bizim olaylara ve durumlara nasıl baktığımızla ilgili değil mi?
***
Yıllar geçtikçe, insanın ömrünce tecrübe ettiklerine bakışı ve yargıları da değişebiliyormuş, öğreniyorum. Asla ‘asla’ dememek lazımmış mesela. Çok hayal kurmak iyi olsa da, sürekli iyimserliğin beslendiği saflık, yalnız bırakabiliyormuş. Bu yalnızlık eskiden, bir sahafın kapısından girince, umutla, yaşama sevinciyle dolarken, bugün rafların arasında gördüğü, kat kat biriken hüzünlerden kaçmak isteyebiliyormuş. Neden ‘hüzün’ gördüğü de ayrı bir muamma. Oysa onlar sadece kitap! 
Her şeye bir değil bin anlam yükleme hallerim…
***
Üniversite yıllarında hemen her gün Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’nı şevkle, ilhamla gezerdim. Şimdi ise eski olan ve bir kenarda unutulan her şey hüzün veriyor bana. O günlerde öğrenci bütçemin yetmediği kitapları, bir gün okuyabilmenin düşlerini kurardım.
Beyazıt Merkez Kütüphanesi’nde fotokopi sırasındaki telaşlı hallerimi, katalogları tararken aradığımı bulmanın sevincini ve hava kararmaya başladığında yanan masa ışıklarını özlüyorum. “Bir de internetten araştırıyım” gibi cümleler kurmazdık hiç. Saatler sürerdi belki okumalar ama her şey gibi o zaman, okumanın da, sohbetin de ve hatta beklemenin de bir derinliği vardı. Kimse beni şu an teknolojinin sosyal hayattaki faydalarının, zararlarından daha çok olduğu konusunda ikna edemez. Kendime kızmaktan ve kendimi affetmekten yoruldum. Neden olacak? Tabii ki akıllı telefonla uyuya kaldığım için kızıyorum kendime. Yastığımın altında okumamı bekleyen kitaplarımı ihmal ediyorum. Mesela bazen evden ya da ofisten uzaktaysam, cep telefonumun şarjı bittiğinde hissettiğim özgürlük hissi ardından “Acaba sevdiğim birine bir şey olur da ben ulaşamazsam” korkusu anında yer değiştiriyor. Bu yoran alışkanlıktan nefret ediyorum. Arayıp ya da buluşup seslerimizi duymak yerine, ruhsuz, mimiksiz, tonsuz harflerle mesajlaştığımız için üzülüyorum. Eskiden nasıl yaşıyorduk biz? Kafamızı bu ışıklı ‘şey’lere gömmeden önce neler yapıyorduk? Nelerden konuşuyorduk?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder