6 Ağustos 2017 Pazar

Selim Gürata Röportaj 23-01-2017


Arzu TAŞKIN

Üniversite eğitiminize Fen Fakültesi’nde başlayıp daha sonra tiyatroyu seçmişsiniz. 
Evet, 1979 yılında Ege Üniversitesi Fen Fakültesinde Biyoloji Oseonografi öğrenimime başladım. 1976 yılında yerel gazetelerde gazetecilik de yaptım. Fakat lise yıllarında sanata ve edebiyata olan tutkum, Fen Fakültesi’nin son sınıflarına geldiğimde daha çok gelişti ve gerçekten yapmak istediğimin tiyatro ve oyunculuk olduğuna karar verdim. Son sınıfta Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümüne geçtim ve 1982 yılında tiyatro bölümünde öğrenimime başladım.Aynı dönemde özel tiyatrolarda da çalıştım. 1986 yılında mezun oldum ve mezun olduğum yıldan başlayarak devlet tiyatrolarında oyuncu olarak ve rejisör olarak çalışmaya başladım. Bu yıl mesleğin 35 yılını tamamlamış bulunuyorum.
O yıllarda öğrencilerin ve sizin tiyatroya bakışınız ile şu an öğrencilerin tiyatroya bakışı arasında fark var mı?
Elbette fark var, bütün dünyada çok hızlı bir sosyolojik değişim var ve bu sosyolojik değişim ve dünyada gelişen siyasal konjonktür, aynı zamanda bir sosyo-ekonomik değişimi günümüze yaşam biçimi olarak da taşıyor. Dolayısıyla bugünümüzün insanı, oyuncu olarak da, seyirci olarak da tiyatroya farklı bakan, tiyatrodan farklı beklentileri olan bir kitleye dönüşüyor. Örneklemek gerekirse bizim yaşadığımız gençlik dönemlerinde ya da oyunculuğa başladığımız dönemlerde bilgili, görgülü ve terbiyeli insanlar çok makbulken, şimdilerde ise daha çok magazin ağırlıklı, ekonomik yönden güçlü insanların tercih ediliyor olması ve dolayısıyla bilginin de artık internet aracılığı ile kolay ulaşılabilir olmasının etkileri var. Fakat tabii bu kolay ulaşılabilir, son derece sağlıksız ve sabun köpüğü bilgiler ne yazık ki gençlerin analitik düşünme yeteneklerini, eskilerin deyimiyle muhakeme yeteneklerini geliştirme çabalarını biraz geride bırakıyor.Halbuki bilgi tek başına bir şey değildir. Bilgiyi değerlendirmek, o bilgiyi günlük yaşamın içinde harmanlayıp kullanabilecek hale getirebilmek ancak analitik düşünme yapısı ile mümkündür. Bu analitik düşünme yapısını da bilim, sanat ve felsefe insanlara sunuyor. Bilim ve felsefe de, çok fazla gelişmiş kitlesel ve tüketilebilecek bir durumda değil ülkemizde. O yüzden bu analitik düşünmeyi, öğrendiğimiz bilgileri gündelik hayata adapte etmeyi ve bunları günlük hayatımızda değerlendirmeyi en iyi bize sanat ve en kolay ulaşılabilir olan da tiyatro sağlıyor.

Tiyatro Bugün Bizim İçin Daha Gerekli
Tiyatro sadece bir sanat değil, aynı zamanda bir gösteri, aynı zamanda bir algılama,empati kurma ve aynı zamanda da insanın kendisini ve insanı tanımasına yönelik çok önemli bir eylemdir. Seyircilerin, yaklaşık 400 kişinin bir gecede birlikte, bir sanat eylemini paylaşıyor olması da aynı zamanda sosyal bir paylaşımdır. Dolayısıyla bu bağlamdan baktığımız zaman aslında bugün tiyatro bizim için çok daha gerekli ve çok daha zorunlu bir hale dönüştü. Oyuncular açısından da öyle, yaşam hızlandıkça, yaşamda böyle bir yarış başlayınca, insanlarımız ve bütün dünyadaki insanlar ne yazık ki durmak, düşünmek, hesaplaşmak ve kendilerini değerlendirmek, kendilerini tanımak ve toplumu, insanları tanıma çabalarında biraz geri kalıyorlar. O anlamda 2 saatlik bir tiyatro eylemi bile insanların bir anlamda kendileriyle başbaşa kalabildikleri, düşünsel ve duygusal temizlik ve düzen kurabildikleri bir zaman dilimi. Bu hızlı yaşam içinde bir miktar soluklanabileceğimiz önemli yerlerden 
biridir tiyatro.
Tiyatroya daha çok ihtiyacımız var ama insanlar bunu farkında değiller. Daha fazla televizyon seyrediyorlar ya da daha fazla internetteler.
Evet, hele bu akıllı telefonlar. Bir kafeye girdiğinizde, karşılıklı oturan insanları gördüğünüzde, insanlar birbirlerinin gözlerine bakmayı, birbirlerini dinlemeyi, birbirlerini sevmeyi, birbirlerinin ruhlarını, duygularını, içsel dünyalarını keşfetmeyi bir tarafa bırakın, insanlar kendilerine bile bu zamanı tanımıyorlar, bunu gözlemliyorum.

Peki insanların tiyatroya ihtiyacı olduğunu, onlara nasıl fark ettirebiliriz?
Tiyatroya ihtiyaç duymak, yaşamın temel ihtiyaçlarını farkında olmakla eşdeğerde. Yaşam çok zengin, çok uzun soluklu bir şey, bir maraton koşusu, asla 100 metre koşusu değil. Dolayısıyla insanın donanıma ihtiyacı var ve bu donanımı sağlayan en önemli şeyler insanların birbirleriyle karşılıklı kurdukları iletişim ve ilişki. Ama bu öncelikle insanın kendini tanıması ile başlayan bir yolculuk. Bunun farkında nasıl olacağız ya da bunu farkındalığa çevirmenin yolları nelerdir, doğrusu bunun bir tek formülü yok. Zaten yaşam insanlara bunu öğretecek. Asıl olan, sanatçının yapmaya çalıştığı şey, insanların geç fark edecekleri şeyleri daha çabuk fark etmelerini sağlamak. Biz de oyuncu olarak, sanatçı olarak toplumu bu yönde aydınlatmaya ve toplumu bu yönde bir araya getirmeye çalışan bir çaba içerisindeyiz. Sonuçta, Karacaahmet Mezarlığı’nın girişinde yazar:“Her nefis ölümü tadacaktır”Aslolan, Mevlana'nın dediği gibi bazı insanlar yaşamasını bilir cümlesini yaşarken fark edebilmek. Çünkü sevdiklerimizin yanında bir süreliğine ayrılırken dahi onlarla tekrar bir araya gelip gelemeyeceğimiz konusunda ikilem her zaman söz konusudur. Onun için yaşamın zenginliği bu detaylardadır. Yaşamı kanaviçe gibi görmek, yaşadığımız her anı, aldığımız her nefesi değerli kılabilmektir. Bu sanal alem ve bizim arkamızdan itildiğimiz bu hızlı yaşamı bir nebze yavaşlatabilmek bizim tercihimiz. O zaman bu dünyadan göçtükten sonra yanımızda götüreceğimiz tek şey olan ruhumuzun zenginliği ya da çoraklığı ile ölçülecek. Eğer biz bu dünyadaki bütün zamanımızda ruhumuzu zenginleştirmek, güzelleştirmek ve ruhumuzu kuvvetlendirmek çabaları içinde olmazsak, çorak bir ruhla sonsuza kadar kalmak çok acı bir şey diye düşünüyorum ve her platformda da bunu anlatıyorum ki; öncelikle insan değerimizi, insan olgunluğumuzu geliştirmemiz gerekiyor. Bunun için internet, sanal alem, akıllı telefon, televizyon gibi sabun köpüğü özelliğinde, bir anda kavuştuğumuz bir anda yok ettiğimiz, çok kolay tükettiğimiz şeylerin dışında, daha kalıcı, daha anlamlı, daha insani duygu ve paylaşımlara yönelmek gerektiğine inanıyorum.

Antalya Devlet Tiyatrosu’nda sizin görevde olduğunuz 10 yıllık bu süreçte izleyici sayısı değişti mi?

Elbette her gün tiyatro seyircimiz artıyor. Bizim yıllık ortalama doluluk oranımız hiçbir zaman % 85 in altına düşmedi, düşmüyor. Ve ben gün geçtikçe fark ediyorum ki insanlar artık bu zorlanan hızlı yaşam ve sanal âlemin, gerçek anlamda insani doyum noktasından çok uzak olduğunu fark edip kendilerine bir arayış kapısı açıyorlar. Bu da gerçekten sanattan geçiyor. Bakıyorum sadece Antalya Devlet Tiyatrosu değil, konser salonları, sergi salonlarına da ilgiler yoğunlaşıyor. Kitap okumak çok önemli ama ne okuduğunuzda çok önemli. Tiyatro izlemek çok önemli ama ne seyrettiğinizde çok önemli. Onun için insanların artık tercihleri de ortaya çıkıyor, insanlar şu anda buna ihtiyaç duyuyor. Örnek olarak biz, oyunları hazırlarken mutlaka bir yerli, bir klasik, bir yabancı klasik oyun seçiyoruz. İstediğimiz o anda, o dönemlerde, izleyicinin neye ihtiyacı varsa, nasıl bir duygu içinde kendini hissetmek istiyorsa, ona yönelik mutlaka oyunlar seçiyoruz. Dolayısıyla insanlarımız da bunu tercih ediyorlar, biz de bu anlamda bir repertuar tiyatrosu gibi çalışıyoruz.

Bahsettiğiniz tablo çok güzel, insanlar demek ki kendileri için doğru olanın dayatılan değil de kendi seçimleri olması gerektiğiniartık fark ediyorlar.
Aslında bu dünyada gelişmeye başlayan bir trende dönüştü. Dikkat ederseniz artık yavaş şehirler, yavaş hayat, hatta az eşyayla yaşamak gibi dünyada bir akım gelişmeye başladı. İnsanlar bu hızın aslında çok gerekli ve olumlu bir şey olmadığını, yavaş yaşamın aslında yaşamı daha çok uzattığını, sanal alemden gerçek alemdeki insani paylaşımların çok daha kalıcı olduğunu artık tercih ederek kullanmaya ve bilinçli olarak tercih etmeye başladı. Dolayısıyla aslında bilinçli tercih etmek bana göre bilinçsiz tercih etmekten çok daha anlamlı ve kalıcı. İnsanlar şimdi artık daha yavaş yaşamanın, daha az tüketmenin ve tüketirken o insani paylaşımı üst düzeyde tutabilmenin çabası içerisinde. Gelişen bu akım Amerika'da doğdu ama Avrupa'da, bizim ülkemizde de gelişmeye başladı.

Dünyada tiyatroya gösterilen ilgi ile ülkemizdeki ilgiyi karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz?

Aslına bakarsanız şimdiye kadar sözünü ettiğimiz şeyler sadece bizim şehrimizin ya da bizim ülkemizin üzerinde değil tüm dünyada olanlar. Şimdi her şey o kadar prototipleşmeye başladı ki bunu yaşamın her alanında görüyoruz. Bugün Antalya havalimanından uçağa binip Almanya'nın herhangi bir havalimanındaki uçaktan insek görürüz ki; havaalanlarının terminali, mimari yapısı aynı.Buradaki bir AVM den çıkıp Almanya'nın Frankfurt şehrindeki bir AVM ye gitsek,dizaynı, raflarının yerleştirilmesi hep aynı. Bakıyorsunuz, dünyadaki yemek yiyecek tüketimi ve giyim tüketimi bile artık aynı. Antalya'da bir genç kız nasıl giyiniyorsa,Paris’te, Milano’da göreceğiniz bir genç kız da aynı şekilde giyiniyor. Dolayısıyla bu prototipleşme bizim genel seyircimiz için de geçerli. Dolayısıyla bizdeki tiyatro seyircisi nasılsa Avrupa'daki tiyatro seyircisi de aynı, aşağı yukarı onlar da aynı sorunlarla mücadele ediyorlar. Ama ben şunu söyleyebilirim ki insanların, bu yavaş ya da daha anlamlı yaşamaya geçmeye başlamalarından itibaren, tiyatro seyircisi sadece biz de değil aynı zamanda tüm dünyada da arttı.
Bu söylediğiniz, sanat adına çok güzel bir gelişme
Evet kesinlikle, çünkü tiyatro canlı, tiyatro manipülasyonu olmayan en önemli sanat. Televizyonda bir dizi seyrederken gizli reklam vardır, oradaki her şeyin bir metası, her şeyin altında bir tüketim manipülasyonu vardır. Tiyatroda böyle bir şey yoktur. Tiyatro çok saftır, çok temizdir ve doğrudan doğruya insan malzemesiyle ve canlı insanla buluşan tek ve en önemli sanattır.
Tiyatro için ülkemizde yeni oyun yazarlarımız yetişiyor mu? 
Yeni yazarlar yetişiyor ve yeni yazarlar Devlet Tiyatrosu'na yeni yazdıkları eserleri gönderiyorlar. Edebi kurulda değerlendiriliyor ve kuruldan geçenler bölge tiyatrolarına ya da merkezi tiyatrolarımıza gönderiliyor. Bunlardan gerçekten bir sözü olan, dramatik, tiyatral yapısı ve dili sağlam olanlar tiyatrolar tarafından sahneleniyor.

Oyunun sahnesi ve dekoru oyunun başarısında etkili midir?
Kuşkusuz, tabii ki rejisör çok önemli bir kavramdır. Tiyatroda her şey birbirine o kadar çok bağlı ki; tiyatronun gişesinde bilet satan kişinin seyirciye yaklaşımıyla, oyunun afişiyle, oyunun rejisörü, sahne tasarımcısı, kostüm tasarımcısı veoyuncularının oyuna sahip çıkmasıyla bütünlük arz eden bir eylemdir tiyatro. Dolayısıyla rejisörün özellikle oyun üzerindeki bakış açısı ve yorumu çok önemlidir. O nedenle dünyada hep rejisörlerin isimleri ile anılır oyunlar. Peter Stein rejisi derler.Rejisör kendi yöntemi ile bir oyun sahneye koyar ve rejisörün dünyasıdır artık ortaya çıkan o tiyatro oyunu.

Antalya’da 7 senedir uluslararası çok önemli bir tiyatro festivali düzenliyorsunuz. Bu festivalin şehrimize kazandırdıklarını anlatır mısınız? 
Evet bu yıl yine 17 Mayıs- 27 Mayıs tarihleri arasında 8. sini düzenleyeceğimiz festivalin geçen yıllarında, 26 tane yabancı tiyatro topluluğunu davet ettim. Bizim bu festivali dönemimizde, festivalin en önemli bulduğum kısmı şudur; ben seyircime diyorum ki:“Bakın ben size dünyanın tiyatrosunu getiriyorum. Hepsiburada, dünyanın tiyatrosunu seyrediyorsunuz. Bakın, bizimle mukayese edin, dünyadaki tiyatro ve bizdeki tiyatro nasıl, kimileride, kim geride kıyaslayın.” Dolayısıyla bunları seyirci ile konuşup paylaştığım zaman herkes aynı şeyi söylüyor; biz oyunculuk olarak da sahneleme olarak da, ekip olarak da dünya tiyatrosunun bir parçasıyız, asla geride değiliz. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim,buraya gelen bütün yabancı topluluklar bakın istisnasız, bunun içinde Güney Kore’sinden Çin'e kadar gerçekten ağırlaması zor topluluklar dahi, döndükten sonra bize teşekkür mektubu yazıyorlar. Böyle bir festivalde karşılaştıkları, bizim tiyatromuzdaki misafirperverlik için, bizim seyircimizle buluşabildikleri için. Bu bizim için bu büyük bir ölçüdür ve şehrimizin uluslararası sanat ve tiyatro camiasına çok büyük katkı sağlamıştır bu festival. Antalya seyircisi şunun için çok şanslı; kendi şehrinin tiyatrosuyla bütün dünya tiyatrosunu mukayese etme imkanını her sene onlara sunuyoruz.
Son yıllarda özellikle tiyatro oyuncularının televizyonda dizilerde oynayıp aynı anda tiyatro oyunlarında rol almaları, tiyatro seyircisi olmayan insanları da tiyatroya çekiyor mu?
Tabii bunun tiyatroya çok büyük yararı var. Televizyonda izlediği oyuncuyu tiyatroda canlı olarak izlemeyi seyircimiz çok seviyor. Bu anlamda da biz piyasada çalışan ki; o da oyunculuğun bir parçası, televizyon ve sinema aynı zamanda oyunculuğun başka bir mecrasıdır, o anlamda orada çalışan arkadaşlarımızı hem teşvik ediyoruz, hem de tiyatroda gerçekten seyirci için önemli bir buluşma oluyor.

Tiyatro oyuncusu olmak isteyen gençlere önerileriniz nelerdir?

Tiyatro mesleğini seçmek isteyen gençlerin, tiyatro okullarına gitmesi gerekiyor. Tiyatro bir yaşam biçimidir ama tiyatro aynı zamanda bir meslektir. Dolayısıyla mutlaka ve mutlaka tiyatro okullarına gidip orada tiyatro mesleğini ve oyunculuk sanatını öğrenip oradan mezun olmaları gerekmektedir. Gençlere tavsiyem mutlaka ve mutlaka bütün mesleklerde olduğu gibi tiyatro oyuncusu olmak için, tiyatro okullarında öğrenim görmeleridir.
Antalya'nın tiyatro adına daha fazla sahip olması gereken neler var sizce?
Antalya'nın en önemli eksiği sahne. Antalya'nın en az üç tiyatro salonuna, çok ciddi, çok güzel bir konser salonuna, çok güzel bir opera ve bale salonuna ihtiyacı var. Şimdi bunları tek merkezde toplamak gibi bir moda başladı. Fransa'da oluşan bir Kültür Merkezi modası başladı fakat sonra Fransa bunu terk etti çünkü işlemedi ve çalışmadı. Dolayısıyla tiyatro bir sanat dalıdır, opera ayrı bir sanattır, konser ayrı bir sanattır. Bunları bir çatı altında toplamak gibi zorunluluk yoktur, yanlıştır ve ergonomik değildir, kullanışlı değildir. Çünkü 8 ile 10 arası tiyatro karşınıza perde açar ama tiyatro 7 gün 24 saat yaşayan bir sanattır, bunun provaları vardır, çocuk oyunları vardır, çocuk oyunları provası vardır vs…
Dünya daha küçükken, şehirler daha küçükken, merkez meydanlarda büyük tiyatro salonları vardı ama şimdi artık Antalya bile 4 merkezli bir şehir. Dolayısıyla her merkezine yakışır estetik salonlara ihtiyacı vardır. Tiyatronun en önemli unsurlarından bir tanesi de tiyatro binasıdır. Tiyatro binalarının mimari estetiği çok önemlidir. Estetik güzellik, estetik değerin birinci gözle görülen aşamasıdır. Bu nedenle, Antalya'da şu anda bence eksik olan en önemli şey tiyatro binalarıdır. Antalya’nın en az üç tiyatro binasına, konser salonuna, opera ve bale salonuna ihtiyacı vardır.
Benim bir arkadaşımın söylediği çok önemli bir cümle var, çok hoşuma gitmişti ilk duyduğum zaman. Yıllar önce Moskova'da Rusya’da doktorasını yapan bir akademisyen arkadaşım, “Moskova'daki tiyatro binalarına girerken, o binanın estetiği ve güzelliği karşısında üstümü başımı düzeltme ihtiyacı hissederdim ve oraya giderken kıyafetime dikkat ediyordum” demişti. Çok etkilenmiştim gerçekten doğru, biz burada sanatsal, estetik bir iş yapıyorsak, estetik öneme değer vermeye binasından başlamalıyız. Artık biliyorsunuz, televizyonda yemek programlarını hangi kanalda izlerseniz izleyin, lezzetli yemek yapmanın yanında, lezzetli sunum ve lezzetli ortam da yaratmak durumundalar. Dünyanın en güzel yemeğini, parkta, bir bankın üzerinde yemek zorunda kalırsanızo lezzetinden çok şey kaybeder.
Mayıs ayında gerçekleşecek Uluslararası Tiyatro Festivali dışında projeler var mı?
Bu yıl biliyorsunuz sezonumuzu Tarık Buğra’nın“İbiş'in Rüyası” oyunuyla açtık. Seyircimiz tarafından çok sevildi hatta bu hafta, Isparta, Burdur, Akşehir ve İstanbul turnesine çıkacak. Sonra “Komik Para” oyunumuz sahnelendi, o da iyi bir komedi ve seyircimiz onu da çok sevdi. Aynı zamanda “Komik Para” da bu hafta Malatya ve Elazığ, Kahramanmaraş ve Gaziantep'te oynayacak. Biz, ayın neredeyse iki haftasında turne yapıyoruz. Bir oyumuz burada oynarken, diğer oyunlarımız turnede, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde oynuyor. Şimdi “Gökten Yağar Gibi” adlı bir oyunumuz provada, Şubat ayı sonunda seyircimizle buluşacak.“Nasrettin Hoca Bir Gün” ve “Benim Güzel Pabuçlarım” adlı iki çocuk oyunumuz var, her pazar ve salı çocuklarımızla buluşturuyoruz. Önümüzdeki dönemde Nisan ve ayında yeni bir oyunumuz daha olacak, şu an yeni oyunumuz çıktıktan sonra başlayacak. Geçmişten “Üstat Moliere Evleniyor”,“Geçmişten Gelen Kadın” gibi oyunlarımız da seyircimizle zaman zaman buluşuyor. Bu arada bizim Kepez Belediyesi ile yaptığımız bir protokol var, her ay Kepez Belediyesi Erdem Beyazıt Kültür Merkezi'ne bir çocuk oyunu götürüyoruz. Kepez'den buraya ulaşamayan seyircilerimiz de hiç olmazsa orada tiyatrosuz kalmasınlar düşüncesiyle, böyle yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyoruz.
Antalya seyircisine söylemek istedikleriniz?
Ben Antalya'da olmaktan çok mutluyum, yaşadığım şehri ve bu şehirdeki insanları çok seviyorum. Ülkemi ve ülkemin insanları çok seviyorum ama biraz daha hayata karşı hep birlikte daha duyarlı, daha anlayışlı, daha hoşgörülü, daha sevgi dolu, daha hayvansever, daha doğasever bir toplum olmaya daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu uğurda birlikte paylaştıkça, birlikte ürettikçe gelişir, güzelleşir her şey. Bu şehirde, ülkemizde yaşayan herkesin tiyatro salonlarında bir tiyatro eserini izlerken sağındaki, solundaki, önündeki, arkasındaki insanlarla oluşturduğu o güzel sinerjinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden istiyorum ki; olabildiğince çok olabildiğince birlikte olalım, güzel günler için, güzel şeyler üretmek için daha çok sevgi, daha çok hoşgörü, daha çok birlikte güzel yaşayabilmek için ne kadar çok olursak o kadar dünya güzelleşir diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder